YERYÜZÜNDE TÜM CANLILARA ÖZGÜRLÜK ÖZGÜR YAŞAMAK VE YAŞATMAK AMA NASIL

Ara 16, 2019 by

Yeryüzünde özgürlük mü dediniz? Hem de tüm canlılara?
Bu başlığı okuduğumda, beni bugünlere taşıyan çocukluğuma daldı gözlerim. O günlerde özgürlüğün adını bile duymamıştım. Ya özgürlüğün ne olduğunu bilmediğimizden ya da o zamanlarda böyle bir kavrama gerek olmadığındandır diye derin derin düşündüm. Yoksa ezildikçe, yara bere içinde kaldıkça mı farkına vardık kendi öz varlığımızın?

Evimiz, doğanın tüm renklerini barındıran büyük bir bahçenin içindeydi. Bizim oralarda bahçeye avlu derler meleğim. Kız çocuğu olmanın ayrıcalıklarını yaşayarak büyüdüm. Avluyu süpürmek, sebzeleri sulamak, anneye evin tüm işlerinde yardım ederken annenim; ‘’ yaptığın banaysa öğrendiğin kendine güzel kızım’’ dediğinde coşmak ve canla başla tekrar işe koyulmak gibi. Aklımın kenarından bile geçmezdi anneme; ”annem, ağabeyim nerede, o neden yardımcı olmuyor, o da birazcık ucundan tutsun işlerin” diye söyleyivermek. Gözlerimizi açtığımızda başlamış kabullenmek, boyun eğmek ve ne deniyorsa onları yapmak. Korkusuz, karşı koymayan, kendiliğinden oluşan teslimiyet. Bizler daha doğarken özgürlüğümüzü parsellemişler kardeşim.

Evlendiğimizde önce eşlerimiz sonra onların aileleri vurmuşlar boynumuza tasmayı. Evlatlarımız olduğunda daha da binmişler sırtımıza. ‘’Anasın sen, kim ne derse boyun eğeceksin, görevini yerine getireceksin.ʺ diye diye çökertmişler omuzlarımızı ve biz bunların hiç farkına varmadan koskoca bir ömrü arkada bırakmışız. Ne gariptir ki ne umutlarımız ne de gücümüz bir türlü bitmek tükenmek bilmemiş. Bilememişiz bize verilen canın kıymetini. Çalışmışız dolu dizgin. Kız ve erkek çocuklar olarak bize yapılanlara karşı gelemediğimiz için kayıplarımız nicedir sonradan anladık. Ağabeyim hep hazıra konduğundan olacak gözü yükseklerde oldu. Hayatın gerçeklerine karşı koyamadı. Erkek çocuk olma özgürlüğünün sarhoşluğuyla havalarda uçtu. Ben, kız olduğum için her denileni yapmayı görev bildim. Ağabeyim de ben de büyüklerin gösterdiği yolda ya çok çalışkan ya da hovarda olduk çıktık.

Avluda yaşayan köpeğimiz, kedimiz, saksağanın bu bağlamda dertleri yoktu desem yalan olur. Kedinin görevi fareleri kovalamak, köpeğin bahçeye yabancı sokmaması, saksağanın da bizlerin adını söyleyerek aile bireylerini eğlendirmesi gibi. Onlar mı özgür ben mi hiç düşünmemiştim. Her can kendi görevini bilirdi. Sorgulama, itiraz etme, fikirler beyan etme gibi bir perdesi yoktu o zamanlar ailede oynanan tiyatronun. Günesin doğması, akşam olunca batması gibi olağandı her şey. Başka türlüsünü görmemiştik, ama büyüklerimiz de aynı değirmenin taşlarında öğütülüp gelmişlerdi.

Bahçedeki çiçekler, sebzeler, dallardaki elma, armut, nar, üzüm kısaca doğada yaşayan her bitki bir başka kokardı. Damağımızdan beş duyumuza yayılan tadı olurdu yenen, içilen her şeyin. Toprak, su hava, bitkiler ve insanın kucaklaştığı yıllardı. Yaradılıştaki muazzam düzenin içinde ne ben ne de diğerleri farkında değildik özümüzün. Bilemezdik göklerde uçan kuşların uçuşlarındaki özgürlüğün gizemini. Bakar kör yetiştirmişler her birimizi. En çok da kızlarımızı. Oysa her erkeği yetiştiren bir ana değil mi?

Sokağımız, komşularımız, ineklerimiz, koyun keçilerimiz düşünüyorum da o zamanlar ne kadar da sağlıklı yaşamışlar. Yedikleri ot, içtikleri su ve yaşadıkları topraklar tertemiz ve birbirleriyle ahenk içindeydi. Bunlar tabi benim bildiklerim.

Acaba diyorum benim bilmediğim gizli saklı neler vardı? Hayvanlar, çocuklar, kadınlar şimdiki gibi kulu kölesi miydi birilerinin? Saklı gizli doğanın ahengini bozanlar nerelerde gizliydi? Önce benim canımı yakanları görmeye başladım desem?!.

Okudukça, gezip gördükçe, yaşadıkça işin içinden çıkamaz hale geldim. Aklım erdikçe daha çok kendim olmaya başladım canım. Bu nasıl bir gidiş? Toprak havadan, hava sudan, su topraktan nasibini almış ve hep birlikte insana isyan etmiş durumdalar. Konuşamayan hayvanların etleri konuşur oldu insan vücutlarında. Bu gözü doymaz biz insanlar var ya içine ettik doğanın sonunda. Nereye baksam bir ihaneti yaşıyorum. Unuttum kız, kadın olduğumu. Aldırmaz oldum kendi özümün farkına vardığımı. Neye yarar benim özgürlüğüm doğa kan ağlıyorsa eğer?!.

Çağımızda bilinç seviyesi değişti. Arayan insan için nereye baksa oturduğu yerde dünyanın ta öbür tarafındaki bir noktada olanlardan haberi olabiliyor. Açıkçası kendi özümü, bedenimi ve doğayı tanıdıkça sersemlemeye başladım. Allah’ım! Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Biz insanların doğaya verdiği zararların kendimize geri dönüşünü göremeyecek kadar beyinlerimize kilit vurulmuş. Özgür düşüncenin, özgür yaşamanın sadece biz insanlara ait olduğunu iddia eden saçma sapan öğretiler içinde bocalar olmuşuz.

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse; bizim dışımızdaki canlıların, doğanın tümünün biz insanlar için yaratılmış olduğunu öğrettiler ve öğretmeye devam ediyorlar. Seni bilmem ama meleğim, ben, çıkmazlar içinde bocalıyorum. Bir yanda insan hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, doğayı ve bitkileri koruma ve benzeri durumlar için çeşit çeşit dernekler, kurumlar, kurallar, yasalar, organizeler gittikçe önem kazanırken; diğer yandan da bitkilere, hayvanlara, insanlara yapılan eziyetlerin haddi hesabı yok. Bir avuç kadar az olan bu kitlelerin çalışmaları toplumsal aklı iyi yönde geliştirmeyi sağlıyorlar belki, yalnız nereye kadar? Bu duyarlı kitlelerin gücü nereye kadar söz sahibi?

Ufacık, aklı kendisine bile yetmeyen bir garibim aslında. Oturduğum yerden yeryüzünü cennete çevirecek hayaller kuruyor, çözümler buluyorum ve o hayallerimi yeşertmeye çalışıyorum onca yetersizliğim, çaresizliğim ve fakirliğimle. Sevinç çığlıkları atıyorum düşlerimde dolanırken, gel gör ki birden uyanıyorum; umutlarım suya düşüyor, dalga dalga benden uzaklaşıyorlar. Boynum bükülüyor, omuzlarım düşüyor, bitkin ve çaresiz kıvranıyorum kendi mağaramda.

Yeryüzünü yönetenleri suçluyorum önce. Sonra sırasıyla elinde parası, gücü olanların kendi şatolarında nasıl yaşadıklarını düşünüyorum. Fakiri fukarayı, doğadaki tüm canlıları unuttuklarını hatta artık tanımadıklarını görüyorum. Sadece kendi hırsları uğruna doğaya verdikleri zararları görüyorum. Yeryüzündeki gerçek yaşam döngüsünü kesin biliyorlardır değil mi? Peki neden ciddiye almıyorlar? Gerçekte dünyayı yönetenlerin bir avuç en zenginleri gelince aklıma, birden cesaretleniyor ve onlarla konuşuyorum kendi kendime. Aklım sıra onlara hesap soruyorum. Hani Şükranca ve korkusuzca…

Bilgisayar çağındayız. Teknolojideki patlama ve gelişmenin sanırım hepimiz farkındayız. Yeryüzünde yaşayan her canlının en az bizim kadar sağlıklı yaşamaya ihtiyacı olduğunu bilmeyenimiz kalmış olabilir mi? Bugün köylerde dahi televizyon ve genel-ağ (İnternet) var. Hepimiz kendi çapımız kadar egoist olup çıkmışız. Bizim dışımızda kalan canlıların hepsinin, cennetten bir parça olan yeryüzünde ne varsa her şeyin bizim için yaratıldığına inanmaktan vazgeçmiyoruz.

Ne olursa olsun her şart ve durumda biz insanlar kendimize gelmek zorundayız. Yeryüzünde tüm canlılara özgürlük için insana düşen görev büyüktür. Git gide insan kendisi ile birlikte doğayı yok etmektedir. Aklı başında olan her insan; düşünmek ve kendisine düşen görevi bilmek zorundadır. Bildiğini uygulamak gibi bir bilinç seviyesi kazanmalı, sorumluluğu olduğunun da farkına varmalıdır. Alışkanlıklarımız bilinçaltımızda kotlanmış bir şekilde bulunuyor. Genlerimizle birlikte getirdiğimiz her türlü kötü alışkanlığı silmek, yerine olumlu alışkanlıklar kazanmak için muazzam bir beynimiz var. Bunun için tabii ki her şeyden önce FARKINDALIK denen kendini tanıma ve bulmayı istemek gerek. İstediğini gerçekleştirmek de muazzam çaba gerektirir. Sigarayı bırakmak örneğin. Ya da ekmeği eve hiç sokmamak. Güzelim tahılların genleriyle oynadılar. Hayvanlara, bitkilere ‘’ DAHA ÇOK ÜRETELİM ‘’ derken zarar verdiler. Hayvan türleri, bitki çeşitleri birbiri ardından kaybolup gidiyor. Tabi her biri giderken dünyamız ve çevremiz kısırlaşıyor. Çevre sorunları çeşitli hastalıkları beraberinde getiriyor.

Her geçen gün, DOĞAL DÖNGÜ neticesi oluşan sağlıklı çevreden yoksunlaşıyoruz Yediğimiz sebzeler, meyveler eskisi gibi kokmuyor. Doğal beslenmeyen hayvanların etleri, doğal olmayan gübrelerle yetiştirilen sebze, meyvelerin ürünleri insan vücudundan intikam alıyor kanımca.

İçtiğimiz su, aldığımız hava ne kadar temiz? Neye güvenmeli ve neyi yapmalıyız bilemez olmuşuz. Biz insanlar kendi ellerimizle suyu, toprağı kirletiyor, bitkileri, meyveleri doğasının dışında doğal olmayan yapay gübrelerle yetiştiriyor ve hastalandığımızda doktorlara koşuyoruz. Doğayı özgür bırakamayan biz insanlardan doğanın tüm canlıları bir şekilde geri dönüşümlü olarak intikam alıyor. Özgürlük, bir başka canlının özgürlüğünün başladığı noktada biter. Bitmeli! Yaşamın değişmez kuralı bu olsa gerek meleğim.

Cennetten bir köşe olması gereken yeryüzünde yaşam tehlikede! Bu tehlikenin baş mimarı da biz insanlar değil miyiz? Yeryüzünde özgürce yaşamak isteyen insancık; en pahalı arabalara binerek, hayvanlara yapılan eziyetleri ekonomik kazançları yüzünden görmezlikten gelerek hem kendisine hem de doğaya zarar veriyor. Hayvanların, bitkilerin hasılı ne varsa yeryüzünde bütün canların eşitlikçi ve dayanışmacı bir düzen içinde yaşamak zorunda olduklarını hiçe sayarak; toplumsal akıldan habersiz ve egoist, ben merkezli yaşıyor.

Lafı uzatmanın gereği var mı bilemiyorum, ama kendimce, Şükranca aldığım kararlar var. Daha çok üretmek hırsı ile tutuşan vicdansız para babalarına karşıyım. Bu yüzden çevremi korumak, doğal yaşama olumlu katkılarda bulunmak adına alışkanlıklarımla, inançlarımla mücadele içindeyim. Her insanın yapması gereken de bu değil midir? ”ÇOK ÜRETİM ÇOK TÜKETİM’’odaklı sisteme destek vermiyorum. Bunu her insan yapabilir. Nasıl mı? Her zaman. Alış-verişlerine zaman ayırarak, hayvanları, bitkileri yok eden, doğanın özgür doğasına ters çalışan hiç bir kuruluşa destek vermeyerek, onların karşısında olduğunu bildirerek…

Doğa nefes alırsa sen, ben, biz insanlar tümden nefes alabiliriz. Yeryüzünde tüm canlıların özgürce yaşaması için ÖZGÜRCE YAŞAMAK VE YAŞATMAYI önce biz insanların iyi öğrenmesi gerekmez mi?

Haydi o zaman, iş başına.

Şükran GÜNAY’dan Şükranca

Related Posts

Tags

Share This

Leave a Reply