TAK TAK HELVASI

Oca 18, 2020 by

TAK TAK HELVASI

***Babamı Anlatıyorum/ GELİYORLAR gerçek öyküler kitabımdan***

Ege’nin şirin, verimli bir kasabasıdır Germencik. Aydın ilinine bağlıdır. Bir zamanlar doğanın koynunda yaşatır fakirini, kimseye el-avuç açtırmazdı insanını. Şimdi mi? Onu da bilenlere sormalı…
Yarım asır öncesinde bu kasabanın kenar mahellelerinden birinde bir ev vardı, bahçesi cennetin habercisi gibiydi. Rengârenk çiçeklerine seferdeydi arılar, kokularına kanat çırpardı kelebekler. Sonbaharın ilk demlerinde, ayvalar sarı sarı sallanır, narlar al yanaklı köy gelini gibi süzülürlerdi. Çekirdeksiz üzümler yarışırdı güzellikleriyle salkım salkım. Biber, patlıcan, domates son ürünlerini vermede direnirlerdi kış korkusuyla. Güz çiçekleri olanca hızlarıyla renk renk açarlar, mevsimin tadını çıkarmaya çalışırlardı sanki. Sarı, beyaz, bordo kasımpatlarını hiç unutamam, yaban ellerde gördüklerime benzemez onların kokuları…
O evde doğmuşum. ‘Sen güzün doğdun’ derdi anam. Okuması yazması yoktu canım anamın. Doğduğumda sokak sokak lokum dağıtmış rahmetli ağabeyim tüm kasabaya. Hani kız çocuğu doğunca pek de sevinilmezmiş ya bazı yörelerde, o yüzden de bir toplulukta sessizlik olduğunda ‘kız doğdu’ diyerek gülüşülür ya… Benim doğumumda tam tersi olmuş, babam göklere uçmuş sevincinden. Egeli olmamız bir şanstır diye düşünürüm bu yüzden…
Yanağıma konan öpücüklerle uyandırıldım çocukluğumda. Doğanın mis kokularını taşırdı bu sıcacık ve yürekten gelen öpücükler. Yine Güneş’in doğum sancılarını yaşadığı, sabahın pırlanta saçlarının yayıldığı bir gündü. Babam hafifçe iki yanağımı öptü, uzun saçlarımı da sıvazlayarak sevdi. Açtım gözlerimi, sarıldık baba kız. ‘Yavrum, hayırlı sabahlar! Akıllı kızım, sabah Güneş’i çişliye, akşam Güneş’i güzele gelirmiş… Tan yeri çoktaaannn ağardı, kurtlar kuşlar secdeden kalktı‚ haydi! Benim çalışkan bebeğim, sabahın kokularını çekelim, güne hoş geldin diyelim.’ dedi. Sol kolunun altına aldı, sarıl sarmaş odadan çıktık.
Babam:
‘Şu ananız yok mu? On parmağında ayrı hüner! O’nun tarhana çorbasını kimse yapamaz, şu bazlamalara bakın! Kayınvalidem sağ olsa beni çok sevecekmiş.Yeme de yanında yat! Ellerine sağlık gülüüümmm! ..’ diyerek sofraya oturdu, bağdaş kurdu, sofra bezi ile ayaklarını örttü. Babasının tombişi, anasının doğuştan sürmeli kızı ben, tulumbaya koştum, sağ elimle su çektim, sol elimle ise yüzümü yıkadım. Sonra elimi yüzümü kuruladım, fistanımın eteklerini topladım, bağdaş kurup, şeker babamın yanına oturdum. Oh! sıcacık bazlamalar. Tarhana çorbasının kokusu doldu nefeslerimize. Bahçeden toplanmış maydanoz, taze biber, tere otu, nane her zamanki gibi sofranın baş köşesinde ve göz atmalardaydılar çapkınca, dayanmak kimin haddine? ! . Besmele ile başlandı, şükredildi sonunda ve ‘olmayanlara da versin’ duaları gönderildi Tanrı’ya. Toplandı tepsi, eller-ağızlar yıkandı, sıra yapılacaklara gelmişti. Babam ekmek parası toplayacaktı. Fıstıklı taktak helvası ile kat kat doldurulmuş tepsi babamı bekliyordu. Bembeyaz satış önlüğünü taktı, başının üstüne yuvarlak (annemin diktiği) bez simidi koydu, tepsiyi başına, sehpasını kolunun altına yerleştirdi: ‘Allahaısmarladık yavrularım! Ananızı üzmeyin haaa! ‘ diyerek avlu kapısına doğru yürüdü, ağabeyim sokak kapısını sonuna kadar açmış, babamın çıkmasını bekliyordu.Tam kapının yanına gelmişti ki, dayanamadı, kolundaki sehbayı açtı, tepsiyi üzerine koydu, beni, ağabeyimi tekrar öptü-sevdi. Koşarak annemin yanına gitti, sarıldı, alnına sıcacık bir öpücük kondurdu. ‘Hayırlı işler! Kendine dikkat et, sıcakta kalma, öğle sıcağında dolaşma sakın! ‘ diyordu kaymak Hatice’si, biz de onları izliyorduk sessizce… ‘Merak etme Hatice’m! ‘ diyerek ayrıldı, simitini başına koyarak yüklendi tepsiyi yine ve hoş bir şarkı tutturarak yola koyuldu babam:
‘Tak tak, tiki tiki tak
Bedava olmaz tak tak
Tak tak helvası geldiii
Ye de tadına bak’
Buna benzer, melodisi kendisine ait olan şarkıyı öylesine içten ve candan söylüyordu ki, çocuklar duyar duymaz, sokağa fırladılar, etrafında toplandılar. İlk çocuğun parasını yere attı,’Bugün nasibim senden açıldı. Allah bereket versin oğlum.’ dedi ve parayı beyaz satış önlüğünün cebine koydu. Diğerleri sabırsızlıkla sıralarını bekliyorlardı…
Sokağın sonunda kayboluncaya kadar baktım arkasından. Gariptir ama, sokağımızın adı da ‘Gündoğdu Sokağı’ idi… Akşam sularında eve döndü çalışkan, dürüst babam. Anneme teslim etti kazancını.’Şunlar da benim kahve, çay param yavrum! dedi.O zamanlar büyük bir lüks olan fındıklı, Nestle çikolatamı verdi, sarıldı sıcacık. Ağabeyimi araladı gözleri, bir ‘offf! ‘ çekti kendi kendine… ‘Neyse, ona da gelince veririm.’ dedi. Oturduk şiltelere, önce annem sonra ben bülbül gibi şakıdık, anlattık yaptıklarımızı, kendi güzel, huyu güzel, adı güzel babama (Adil) . O da arada-sırada sorular sorarak dinledi bizi, sabır ve aşk kokan bakışlarıyla…
Şu an öykümü okumakta olan dost, anlatmaya çalıştıklarım sedece kısacık bir anı babamdan. Onun gibi bir başka baba tanımadım, ama kesinlikle çoktur benzerleri. O bir gönül adamıydı. Sevgisini yüreğinden diline oradan da sevdiklerine utanmadan döken. O, köy köy dolaşırdı, düğünleri kaçırmazdı, kazanmalıydı, alın teri önemliydi; damlaya damlaya göl olurdu… Çocuklarının gözü zenginlerde kalmamalıydı. Kuruşları toplayarak geçerdi koskoca gün! Düşünüyorum da, sokak sokak, köy köy ekmek parası için dolaşan beden yorgun, bitkin olmalıydı değil mi? Hissettirmek şurda dursun; sevgi taşıyordu gözünden gönlünden, eşi- benzeri az bulunur Yunus Emre yüreklimden.
Anlarımız aydınlık, sevgi dolu; yuvalarımız böylesi babalarla dolsun dostlarım.

Şükran GÜNAY’Dan Şükranca

Related Posts

Tags

Share This

Leave a Reply