Rüyalar gerçek olur mu? (Kuşadası anılarımdan.)

Nis 10, 2021 by

Kuşadası/ İkioklu

Kuşadası/ İkioklu

RÜYALAR GERÇEK OLABİLİR Mİ?

(Kuşadası anılarımdan)

27 Mayıs 1960 Askerî Müdahale sonrası okullar tatile girince Germencik’ten Kuşadası’na taşınmıştık. Savaş mağduru olan, ömür boyu psikolojik korkular yaşayan babama deniz havası iyi gelir diyen Balcıların Mehmet Abi ve ailesi ev bulmamıza yardımcı olmuştu.  Onlarla daha önceki yaz tütün zamanında tanışmıştık. Germencik Alangüllü taraflarında tütüncülük yapan Mehmet Abilerin yanında tütün işçisi idik. Babamın  yaşadığı korkuları iyi bilen Mehmet abiden Allah razı olsun ki iyi ki Kuşadası’na taşınmışız. Babacığım Kuşadası’nda daha az hastalanır oldu. Tek rahatsızlığı, Yunan İşgali aklına gelince annesine ve kendisine yapılan işkenceleri yeniden yaşar, kaçacak delik arardı. Bir iki saat sonra unuturdu her şeyi. Çocuk aklımla henüz savaş korkusu nedir bilmezdim, ama babacığım söylene söylene evden kaçarken arkasından koştuğum, onu takip ettiğim ve eve geri getirdiğim çok olmuştu. Yaşlandıkça, hele de onun sırlarını kendi ağzından dinledikten sonra babama sevgim yedi kat göklere ulaştı.

Haziran ayında taşındığımız  ilk kiralık evimiz, Kaynak Sokakta idi. Mehmet Abilerin evi sokağın başında galiba 2. Evdi. Evlerinin büyük bir bahçesi ve bahçesinde bir yatırın mezarı vardı. Bahçenin arka kapısı şimdiki KUAKMER’in olduğu taraftaydı. O mezarın yanından geçerken mutlaka ruhuna fatiha okurduk. Bahçenin içinde çeşit çeşit ağaçlar, çiçekler, bir de kuyu vardı. Bu satırları yazarken o bahçenin içinde dolanıyorum. Sanki oradayım. Bu nasıl bir şey? O koskoca bahçe yıllar sonra zihnimin içinde böylesi canlı ve detaylı nasıl yaşayabiliyor? Neyse…

İkioklu kahvelerinin olduğu yerde rahmetli Nebil abinin dükkânı meşhurdu. İşte o dükkânın olduğu köşe başından  girilen Kaynak Sokağın sonlarına doğru Sarı Sokağın başlangıcına yakın, yolun  sol tarafında, bahçeli bir Rum evini kiralamıştık. Bahçesinde bir iki ağaç vardı. Yerler taş döşemeydi. Bahçenin her noktasından Kuşadası sahili boydan boya görünüyor, denizin masmavi sularına bakmaya doyum olmuyordu. Henüz yüzme nedir bilmiyordum. Denizi ilk defa görüyordum.

İlk günler annem ve küçük erkek kardeşimle birlikte kalmıştık evde. O henüz 2 yaşındaydı. Babam, Germencik’teki evimizi satınca parasını alıp arkamızdan gelecekti. Rahmetli abim her zamanki gibi yine İstanbul’a kaçmıştı. Komşular hoş geldin ziyaretine geliyor, annemle sohbet ediyorlardı. Bir gün hayatım boyunca unutamayacağım konuşmalara kulak misafiri oldum. Annesinin dizinin dibinden ayrılmayan benim, büyüklerin konuşmalarını ilgiyle ve pürdikkat dinleme gibi bir alışkanlığım vardı. Bir gün yine böylesi bir sohbeti dinledim:

  • Yeni eviniz hayırlı olsun, hoş geldiniz bizim sokağa komşum.
  • Hoş bulduk gomşum.
  • Bu ev için pek tekin değil diyorlar.
  • Nedenmiş o?
  • Bu evde yatır varmış. Her gelen kiracı kısa zaman sonra buradan taşınıyor.
  • Neden?
  • Yatır gece rüyalarına giriyormuş.
  • Aman girerse girsin. Ne varmış bunda?
  • Öyle deme komşum. Her gün sabah namazında kalkıp namaz kılıyormuş. Akşamdan dolu olan ibrik boş, yerler de yaş oluyormuş.
  • Ne? Giriş katındaki banyonun kapısının yan tarafında olan ibrik mi?
  • Evet, evet.
  • Öyleyse ben  her akşam hem ibriği doldurayım hem de bir havlu, takunya koyayım.
  • Korkmaz mısın?
  • Neden korkayım? Yatır olan evden zarar gelmez. Hatta evimize bereket gelir.
  • Eh, sen bilirsin komşum. Yardıma ihtiyacın olursa bizlere söyle ama tamam mı?
  • Tabii tabii… Hiç demem mi? Bizim burada kimsemiz yok ki sizlerden başka.

Bu tür konuşmalara alışıktım. Evimizde bol bol evliya, yatır, hızır, melek, peygamber cinsinden efsaneler, masallar, kıssadan hisse alınacak öyküler anlatılırdı. Annem gibi ben de korkmadım. Rum evlerinin ortak bir özelliği vardı. İlk giriş katlarında mutfak, banyo, merdivenle çıkılan üst katta ise önce bir salon, salonun devamında da büyükçe bir oda  ya da yan yana odalar bulunurdu. O büyük oda genelde hem yatak odası hem de misafir odası olarak kullanılırdı.

Akşam olmuş, eller ayaklar yıkanmış, gece kıyafetlerini giyip yatmıştık. Anneciğime yanaştım, beni kollarının Arasına aldı. Başımı göğsüne dayadım her zamanki gibi. Uyuyup kalmışım. Annemin “Uyan! Uyan kızım!” sesiyle kendime geldim. Sucuk gibi ter içinde kalmıştım. Sol elimle boynumu sıkı sıkı tutuyordum. Halâ rüyanın tesirindeydim.

  • Ne oldu yavrum? Neden bağırıyordun?
  • Dedeyi gördüm! Dedeyi gördüm!
  • Hangi dedeyi?
  • Merdivene boylu boyunca uzanmış bana bakıyordu. Upuzun bembeyaz saçı sakalı ve bembeyaz elbisesi vardı annem.
  • Rüya görmüşsün kızım.
  • Evet, rüya gördüm, ama çok korktum. Boynumu kesecek sandım.
  • Boynuna ne oldu? Neden acıyor gibi tutuyorsun?
  • Farkında değilim ki annem. Boynuma balta  ile vuracak diye çok korktum. Vurmasın diye boynumu sakladım.
  • Neden vursun kömür gözlüm?
  • “Kalk! Kalk! Şu kitabı oku!  “dedi. Elinde kocaman bir balta vardı.

Boynumdan kesecek diye çok korktum.

  • Yok kızım, dedeler öyle şeyler yapmaz. Sen boşuna korkmuşsun.
  •  Dede de öyle dedi. “Bu balta ile odun keseceğim. Kalk! Kalk! Şu kitabı oku!”
  • Haydi yavrum, biraz daha uyuyalım. Korkma! Dede kötü bir şey dememiş. Hadi dua edelim birlikte.
  •  

 Annemin yumuşacık göğsünde uyuyup kalmışım. Uyandığımda her taraf günlük güneşlikti. Evin içi apaydınlıktı. Haziran sıcağı ile iyice terlemiştim yine. Garip! Sol elim halâ boynumu sıkı sıkı tutuyordu. Nasıl bir korku yaşamıştım ve bunu nasıl anlatabilirdim bilmiyordum. Çok ama çok korkmuştum. Her gece dedeyi göreceğim korkusuyla yatmama rağmen bir daha böylesi ürktüğüm bir rüya görmedim. O nur yüzlü dedenin; “Kalk! Kalk! Şu kitabı oku!  ” dediği hiç aklımdan çıkmadı.

Belki sana garip gelebilir, ama ben o geceden gereken dersimi farkına varmadan almışım. Ya da yüce Yaradan bu kıssadan hisseyi almam için şükredeceğim nimetler vermişti bana. Hep, “benim kızım okuyacak, iyi bir insan olacak ” diyen bir babam, “Yaptığın banaysa öğrendiğin kendine“diyen bir annem oldu ve her ikisi de çalışkan, hak hukuk bilen iyi  bir insan olmam için ömür boyu emek verdiler. İlim ve irfan sahibi, okulda yolumu aydınlatan Cumhuriyet öğretmenlerimin eğitim ve öğretimi sayesinde  yoğruldum. Kısacası ben de onlar gibi  Atatürk Cumhuriyeti’nin öğretmeni olabilme gibi bir hazineye kondum.

Bu balta ile odun keseceğim. Kalk! Sen de kitap oku!” diyerek rüyama giren o dede gerçekten hiç aklımdan çıkmadı. Aklım erdikçe, okudukça, öğrendikçe, ilim irfan yolunda hiçliğimin farkına vardıkça; Yunus Emre’nin  Yaradan aşkıyla evrende varlık içinde yok olmaya başladım.

YUNUS EMRE DEDEMCE

Yunus Emre sencileyin gülmez idi bana kader

Bu tin nice yanar idi görmeseydim senin gibi

Yetmiş bahar uçup gitti neden bitmez acı keder?

Görmez idim yeri göğü yormasaydım senin gibi

Yunus Dedem, yolum yolun, özüm özün bilesin

Tohumda canı görmeyen Tanrı’yı nasıl bellesin?

Pişmez ise senin gibi ruhum bedende neylesin?

Bilmez idim ilim nedir görmeseydim senin gibi

Göremedim doğru dürüst varlık ile yok olanı

Aşk oduyla düşe kalka TEK içinde ÇOK olanı

Molla Kasım’ı can bilip hiçlik ile tok olanı

Sürer miydim hiç izini? Sormasaydım senin gibi?

Sözü özü bir eylesem gönülleri ak eylesem

Zenginden yoksula verip yürekleri pak eylesem

Mazluma hakkını sunsam zalimleri yok eylesem

Diye diye ağlar mıydım kurmasaydım senin gibi?

Yedi asır öncesinden haykırıyor yürek sesin

Anadilim Türkçe ile inan yanımda gibisin

Anadolu diyarını baştan sona pir gezensin

Eremezdim hallerine dermeseydim senin gibi

Eşe dosta gider idik hatır gönül sorar idik

Hasret ile meclis kurup aşka kafa yorar idik

Esir düştük cümle âlem bir virüse yenildik

Arar mıydık hak yolunda durmasaydım senin gibi?

Ha doğuda ha batıda baş olan köşke kurulur

Şaştı beşer fitne eker canlar canlara dert olur

Böyle giderse bu âlem insan insana kahrolur

Hesabı sorardım Hakk’tan ırmasaydım senin gibi

Şükranca şükürler olsun yönümüz Hakk’tan yanadır

Yerde gökte ne var ise Yaradan’dan TEK aynadır

Toprağın altına bakın her giden tek başınadır

Yanar mıydım alev alev ermeseydim senin gibi?

Şükran GÜNAY’dan

Şükranca

Related Posts

Tags

Share This

Leave a Reply