MÜZELİK MUSKALAR

Oca 31, 2021 by

1976 MUSKA

Anılarımda muskaların ayrı bir yeri var. Kurtuluşlarını, umutlarını muskalara ve bu işi yapan hocalara bağlayan çok kişi tanıdım. İçinde neler yazıyor bilinmeyen, üçgen ya da dörtgen veya kare şeklinde hazırlanıp kat kat kumaşlara ya da derilere sarılmış bu muskalardan bir tanesi de bende var. Onu saklıyorum. Neredeyse yarım asırdır çekmecemde duruyor. Bu yazıyı bana yazdıran işte o muska. Resmini gördüğünüz an neye benzeteceksiniz merak ediyorum.

Muska taşıyanlar şimdi de vardır diye düşünüyorum. Neyse işin bu tarafını düşünmeyi size bırakayım. Beni ilgilendiren yanı şu: Muska taşıyan kişi bütün umutlarını o muskaya bağlar, hocaya her seferinde paralar, hediyeler verirdi. Bu insanları evlendikten sonraki yıllarda görmeye başlamıştım. Egeliler bu tür hocalara pek bel bağlamazdı. Ya da benim ailemde durum faklıydı. Biz doğrudan Yaradan’a dua eder, ondan yardım diler, ona bel bağlardık. Köy öğretmeni oluncaya kadar muskanın adını bile duymamıştım. Muska nedir hiç bilmiyordum.

Sevenleri birbirinden ayırmak isteyenler, kendisini aldatan eşini evine geri döndürmeye çalışanlar, çalınmış para ya da ziynetlerini geri bulmak için çırpınanlar, hastalanmış ufacık bir yavruyu doktor yerine hocaya götürüp, karnını hastalığı geçsin diye jiletle çizdirten ve boncuklu muska yaptırıp yavrucuğun omuzuna asanlar… Açıkçası, aklınıza gelen her konuda, her çıkmazda hocaya gidilir, onun yazacağı muskalardan medet umulurdu. Bazı hocalar dürüst oldukları için başkalarına zarar verecek muskalar yazmadıklarını söylerdi. Bu yüzden de o hocalara giden daha çok olurdu. Yani bazı hocalar işini iyi bilirdi. Biz insanları hele de çaresiz kalmış olanlarımızı kolayca aldatırlardı. Cehalet diz boyunu çoktan aşmıştı. Şimdilerde durum nasıl acaba? Yok! Yok! İnsanların çoğunluğu değişmiş olmalı. O yıllardaki gibi safça bu tür sözde hocalara inananlar azınlıktadır diye düşünüyorum.

İnsan çaresiz kalınca nice aptalca işler yapabiliyor. Bu benim için de geçerli. Amacım hem öz eleştiri hem de toplumsal bir yaranın birazcık olsun deşilmesi. Her bölgede meşhur bir hoca vardı gençliğimde. İnsanlar sıra almak için çok önceden telefon ederek, telefonu yoksa birini aracı koyarak o hocalara giderdi. Hocanın yazdığı muskayı, okuyup üflediği nohut, bakla cinsi yiyecekleri bir sürü para karşılığı alır, evine dönerken umutlanırdı. Açıkçası sorunların çözümünü Yaradan’dan dolayı kendimizde değil de hocalarda arardık. Muskalara mavi boncuklar takılırdı. Bezden olanları, deri kılıf içinde saklanıp boyuna asılanları daha birçok çeşitleri vardı. Sorunlarıyla baş edemeyen canlar soluğu böylesi hocalarda alırdı. Birisinin başı dertte mi? Yuvasında kavgalar mı var? Eşi eşini mi aldatıyor? Malına mülküne zarar mı geldi? Çoluğu çocuğu yoldan mı çıktı? Bebeği hasta mı oldu? Daha neler neler… Her türlü sorunu çözmek için hocalar her köşeden mantar gibi bitiyordu. Kahve falına bakanlar, kağıt açanlar, suya bakanlar, cin çağıranlar cabası… Gerisini siz tamamlayın.

Tüm bunlar aklıma gelince hangi yılları arkamızda bırakmışız diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Rahmetli anneciğim de sık sık bakla falına baktırırdı. Ne zaman okul tatilinde eve gelsem, hemen rahmetli İkbal Hanım teyze bizim evde biterdi. Ne çok severdim o rahmetli teyzeyi. Yalnız yaşıyordu. Ben ona destek olayım diye düşünürken, annem de ‘’Kızıma iyi kısmet var mı acaba? ‘’ diye heyecanlanırdı. Ben olmadan da baktırırmış ara sıra. Şaka bir yana, İkbal Hanım Teyze annemin istediği şekilde hiç yanıt vermedi. Her bakla atışında beni uzak ülkelere gönderdi. “Kızım sen çok uzaklara gideceksin, elin sıcak sudan soğuk suya değmeyecek. Büyük büyük binaların olduğu yerde yaşayacaksın. Annene babana çok destek vereceksin. Çok sevileceksin” gibi övgüler yağdırırdı. Düşünüyorum da ne kadar tatlı ve olumlu bir insandı İkbal Hanım Teyze. Onun ağzından hiçbir şekilde kesin söylemler duymadım. İnsanı çalışmaya, daha çok okumaya götürecek bakış açısı vardı. Ne zaman onu görsem, daha çok öğrenmeye, gezmeye ilgi duyardım. İnsanı doğru yolda motive etmeyi başaran çok tatlı bir insandı. Okumamış, ama hayatın olumlu yönlerini bulmayı, görmeyi öğrenmiş bir bilge kadındı. Bahçesi olan, tek katlı küçük bir evde yaşıyordu. Adalı (Kuşadası-AYDIN)  olanlardan bilenler vardır diye düşünüyorum. Hiç unutmadım o ince, narin yapılı, orta boylu, bembeyaz tenli, gözleri ve sözleriyle insana umut veren güzel insanı. Nurlar içindedir inşallah. O teyze hocalara benzemiyordu. Güzel sözleri söylemek, insana umut vermek için baklalarını aracı yapıyordu. Senelerin rengi, kokusu ve sırları gizlenmiş gibi görünen o baklaları, küçücük bez torbasını unutmak ne mümkün?

Bak yine aklıma hocalar ve onların hazırladıkları muskalar geldi. Hazırlanan muskalar çeşit çeşit demiştim ya, işte o muskaların çeşit çeşit uygulama şekilleri de vardı. Bazıları yorgan yastık sökülüp, içine gizlenir, sonra yeniden dikilirdi. Kara kara yazılar ta dip kısımlara ve ele-göze gelmeyecek şekilde saklanırdı. Kapı pencere aralıklarına sokulanlar da vardı. Köşe bucak aranır, elden gözden uzak noktalara konulurdu muskalar. Belki senin de böylesi anıların vardır. Hatırladın mı sen de? Tabii bizler muskaları saklarken, hocalar da binlikleri cüzdanlarına doldurdular.  Üfürükçüler şimdi de var mı inan pek bilmiyorum.  Eminim ama, falcılar, kağıt açanlar halâ oldukça çoktur. Her zaman çaresiz, bunalıma düşmüş insanların etrafında bu türler çıkıverir piyasaya. En iyi yol gösterenin ilim, bilim olduğunu biz insanlar kolay kolay öğrenecek gibi görünmüyoruz. Ölümünden az öncesine kadar kahve falı okuyanların peşinde sürüklenen çok sevdiğim bir arkadaşımı anlamakta çok zorlanıyordum. Demem o ki okumuş olmak, mürekkep yalamış olmak veya olmamak pek de önemli değil. İnsan düşmeye dursun çaresizliklerin içine… O durumlarda çoğumuz okumayı, araştırmayı değil, hacıya hocaya inanmayı yeğliyoruz.  Neyse, sözü daha fazla uzatmamalıyım. Sözün özü bana göre şu arkadaşım: Saf gönüller çalışmayı, araştırmayı askıya aldılar, umutlarının gerçekleşmesi için muskalara sarıldılar. Kendine faydası olmayan hocalardan medet umdular. Falcılara, suya okuyanlara koştular. Beklediler boşu boşuna. Bilemediler, bilemedik. Kitaplar raflarda, mavi boncuklu muskalar orada burada saklı kaldı. Nice yürekler boşu boşuna beklediler, aldandılar.

Aslında gönülden, özden dileyen hep kazandı. Nasıl mı? Hayallerinin peşinde koşarak, diliyle ne istediğini söyleyip, çalışıp didinen, temizinden kazanan mutlu ve kazançlı oldu. Kendisinin farkına varanlar; sadece Yaradan’a sığınmayı ve o düzene teslim olmasını ama her işin başında çalışmanın, alın terinin önemli olduğunu bildiler. Tanrı’ya şükretmenin aldıkları nefes gibi her an olduğunu anladılar.  Düştüklerinde ayağa kalkmayı başardılar. Gecenin arkası gündüz diyerek yeniden, hep yeniden umutlandılar. Çoluk çocuk, ailece mutlu olmayı başardılar.

Nice yalnız dediklerimiz aslında tam da bu yüzden hiç yalnız değildir. Onlar kendilerinin farkına varmışlar. TEK’liğin içinde çokluğun kıymetini bilmişler. Yunus gibi sevmişler. Hayatın acısında tatlısını, karanlığında aydınlığı görebilmişler. Sadece ve sadece Yaradan’a sığınıp, ona bel başlamışlar. En büyük zenginlik de bu değil mi meleğim?

Çekmecemde 1976 yılından bu yana sakladığım bir muska var. Fotoğrafını görünce belki sizin anılarınızı da canlandıracaktır. O gördüğünüz muskaya bel bağlayıp, ufacık bir bebeği neredeyse ölüme götürecek kadar kör ve cahil kalmış birinin anısıdır bende. Ateşler içinde yanan bir bebeği doktora götürmek yerine eve hoca çağırıp, küçücük yavrunun karnını jiletle çizdirten bir zihniyetin anısı. Detayını deşmeye gerek yok. O kişinin de suçu yok. Bu husus bizim ülkemizde şimdi de toplumsal bir yaradır ve bu yara ancak ve ancak ilmin ışığıyla kapanacaktır.

Hepimizin, ülkemizin ve insanlığın aydınlığa kavuşması; aynen Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dediği gibi:

Hayatta en hakiki mürşit(yol gösteren) ilimdir.” olduğunu anlamak ve uygulamakla mümkün olacaktır.

Şükran GÜNAY’dan

Şükranca

YİB

Related Posts

Tags

Share This

Leave a Reply