KIZ DOĞDU
Bir toplulukta aniden bir sessizlik olur, kimse konuşmazsa; “Kız doğdu!” der gülüşürler. Oğlan anası olmak ayrıcalıktır Anadolu’nun birçok yerinde. Babalar oğlan babası olunca, erkek tavus kuşu gibi kabarır ve böbürlenirler. Durum şimdilerde biraz farklı mı diyorsun? Bilmem.
Bizde alışılmışlığın tersi olmuş; babacığım tüm Germencik’e lokum dağıttırmış kızım oldu diye. Anneciğim de kesin çok sevinmiştir doğduğumda. Ben büyüyüp serpildikçe ama, korumak adına yasaklar koydu hissettirmeden, evden dışarı çıkmamam için küçücük halime bakmadan ağır işler yükledi sırtıma. Başıma gelebileceklerin hayallerini kurduğu için hem kendisi korktu hem beni korkuttu canım annem.
Ağabeyim ne isterse pişirilirken, ben önüme geleni yemek zorundaydım. Zorla değil tabi. Düzen buydu. Erkek olduğu için ona her istediği verilirdi. Ortaokulda okurken öğle teneffüslerinde eve gelmez, çarşıdaki lokantalardan birinde gönlünce öğle yemeğini yerdi. Tembihliydi bütün lokantalar, “Aman, oğlum aç kalmasın! Derslerine çalışsın, okulunda başarılı olsun yeter ki.” derdi babacığım.
Ben mi? İşte bu soruya cevap vermek biraz zor. Hani ben kız çocuğuydum ya?!. “Anasına bak kızını al. Eksik etek. Kızını dövmeyen dizini döver. ” demişler ya?!. Ufacık yaşlarda başlatıldım ev işlerini paylaşmaya. Ağabeyim sokaktan gelmezken, ben oyun oynamaya bile çok ender çıkabilirdim. O da annelerin sokakta hasır üstünde oturdukları zamanlara denk getirilirdi. İleride anne olacağım, evin işlerini yapacağım anlatılırdı her fırsatta. Anneciğim, “Yaptığın banaysa öğrendiğin kendine yavrum. ” diye diye beni tetiklerdi üstelik.
Hep korumak istediler akıllarınca beni. Başta rahmetli anneciğim tabi. Ne kadar korudular orasını sen düşün arkadaşım. Burada dile getiremeyeceğim açıklamalarla etraftan korunmamı öğütlerdi canım annem. O zamanlar hiç anlayamamıştım bilmecemsi açıklamaları. Annemin beni korumak adına aldığı tedbirleri burada yazamayacağım. İstersen, senin kulağına gizlice fısıldayabilirm. Açık açık söylemeye utanıyorum inan. Babamın, “Kızım seni Menderes’ten tuttuk.” deyişi hâla kulaklarımda. Balık tutmuşlardı sanki. Aklıma geldikçe gülüyorum.
Ağabeyimin sevgilileri olmaya başladığında annem, oğlan anası olmanın tadını çıkardı sanki. Acaba hangi kızı oğluma alırım kaygısı vardı hep. Ağabeyimin konuştuğu kızların gururunu neden düşünmezdi annem? Kendi kızının namusunu korurken, oğlunun konuştuğu kızların durumuna neden önem vermezdi? Babam ise durumdan şikayetçiydi: “Bu oğlana çok yüz veriyorsun Haticemmm! Bunun sonu iyi olmaz. Bak, bu küçücük kız ne kadar çalışkan! Olacak çocuk b….dan belli olur.” der dururdu.
Her ikimizin de sonu iyi olmadı desem inanır mısın arkadaşım? Ağabeyim sürekli az çalışıp çok kazanmak isterken bocaladı durdu. İçki ve sigara vazgeçemediği ikili oldu. Gönlünce yaşadı ve yalnız başına kaldı son yolculuğunda. En yakınları bile hasta diye yanına uğramamışlar. Kendilerine mikrop geçmesinden korkmuşlar. Kapının önünde oturur birilerinin ona yardım etmesini beklermiş. Komşular maddi destek vermişler… Yağenimden, babasının düştüğü durumları duyduğumda; yüreğimde hissettiğim acıyı şimdi sana nasıl anlatabilirim?
O sıralar ben, kilometrelerin ardında, yüklendiğim sorumlulukları bir türlü üzerimden atamamın ağırlığı altında ezilmeye ve çalışmaya devam ediyordum. Ülkemde olsaydım kesinlikle ağabeyime sahip çıkardım. Bana sorumluluklar kendimi bildiğim andan itibaren kazandırılmaya başlanmıştı. Görev bildim çalışmayı ve başkalarına hizmet etmeyi. Aile, çoluk çocuk, eş dost, hısım akraba hep kendimden önce geldi. Ben diye birinin varlığından bihaber yaşadım senelerce. Pişman mıyım? Kesinlikle hayır arkadaşım. Şükretmenin şükürler olsun ki ne olduğunu bilenlerden, her şeyde bir hikmet olduğunun bilincinde olanlardanım.
Alışmıştım bana yüklenen değerlere. Ayıplar, günahlar, yasaklar sardı ömrümün anlarını… Ne sevmeyi ne de sevilmeyi anlayamadım. Aklımca hep sevdim yaratılmış ne varsa. Bana zararı olanları bile defalarca yüreğimde affettim. Onlar ise beni aptal yerine koyup aynı davranışları sergilediler. Başedemeyince olumsuzluklarla, uzaklaştım beni üzen her şeyden, herkesten. Bunu algılamak için ama, koskoca bir ömrü geride bıraktım canım arkadaşım.
Tuhaf, ama gerçek! Şükrediyorum yine de çalışkan yetiştirilmişim diye. İyi ki anneciğim, babacığım bana; küçücük iken çalışmanın, sorumluluklar yüklenmenin eğitimini vermişler. Ya ağabeyim? Erkek çocuklarını beceriksiz durumlara sokan anneleri düşünmeden edemiyorum. Etrafımda, otuzunu aşmış, işi gücü olan, ama eşinden, beli bükülmüş annesinden hizmet bekleyen gençler var. Kayıplarının, güçsüzleştirildiklerinin farkında değiller. Hele de haksız yere etrafındaki kadınları, kızları ezdiklerinin… Ezdiklerinin gelecekte kendilerine dert olacaklarının bilincinde değiller. Hem maddi hem manevi yaşamlarında cehennemlerini hazırladıklarını bilmiyorlar. Bilemezler.
Kız çocuklarına sorumluluklar yüklenirken, erkek çocuklarına sadece iş-güç sahibi olmaları öğütleniyor. Eve ekmek getiren erkek, evde çalışan anne oyunu devam ediyor. Anne; evinin, eşinin, çocuklarının ve etrafın hizmetlisi oluyor. Kadının ev hanımı ya da çalışıyor olması önemli değil. Eş ve anne olmuşsa; evdekilerden kat kat fazla çalıştığı görülmez ve görülmek de istenmez. Eşleri ölen, eşinden ayrılan ya da yalnız yaşayan kadınların ayakta kalabilmeleri, erkeklerin ise hemen gencecik bir eş bularak evlenmeleri neden acaba?
Atatürk düşmanlığı veba hastalığı gibi sardı etrafı. İnatla yineliyorum: Bu fesatın tohumlarını eken işte o zavallılar. Kendisini doğuran kadını hiçe sayan, kız çocuklarının değerini unutturan zihniyet. Benim annem gibi kadınlarımızı bağnazlığın örümcek ağında sıkıştırıp ellerine geçiren, kendi emelleri doğrultusunda eğitmek isteyen parazitler…
Kim zararlı sonunda? Koskoca bir millet! Kadınıyla, kızıyla, erkeğiyle, çoluğu çocuğu, yaşlısı genciyle… Türk kadınını, kızını, erkeğini çağdaş görmek isteyen büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayamayanların, anlamak istemeyenlerin akıllarına şaşıyorum. Hele de kızlarımıza, kadınlarımıza… Ne zaman koskoca bir ömrü geride bırakacaklar, işte o zaman gelecek akılları başlarına. İşte o zaman,” Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye, ” dendiğini idrak edemeden göçüp gidecekler bu alemden.
“Bu kadın erkek düşmanı!” diyenler olacak yazdıklarıma. Umurumda değil. Aslında erkeklerin dostuyum. Onların yaşamı tek başlarına değil eşleriyle birlikte omuzlamalarını arzu ediyorum. Türk kadınını, Türk erkeğini hatta daha genel demem gerekirse tüm erkekleri, kadınları eşleriyle ele ele, kol kola görmeyi düşlediğimi, hayatı birlikte paylaştıklarını hayal ettiğimi söylemek istiyorum. Ezen ve ezilenlerden değil, yaşamı her yönüyle paylaşan eşlerden oluşan aileler arzuluyorum. Neresi kötü bu isteğimin? Ne erkek ezilsin, ne de kadın.
Ezilen erkekler de var. Evinin geçimini sağlayacağım diye gece gündüz çalışan babalar… Evde hiç üretmeden sadece ev işleriyle, ev gezmeleriyle vakit geçiren, eşini borca derde sokan kadınlarımız yok mu? Lüks sefa içinde yaşayacağım derken erkeğini bunalıma sokan kadınlar az mı?
Ezen erkeklerin, sadece tüketen ama hiç üretmeyen kadınların verdiği zararlar sadece kendilerine olsa hiç sesimi çıkarmayacağım. Koskoca bir milletin evlatları zor durumda. Kızlar hor görüldüğü için, erkekler de bulunmaz hint kumaşı gibi beceriksiz yetiştirildikleri için milletçe büyük kayıplardayız. Erkeği ekmek kapısı görüp zevke sefaya dalan, eşini altından kalkamayacağı yüklerin altına sokan kadınlarımızın ezen erkeklerden farkı nedir?
Umutluyum başaracağımıza; kadınlı erkekli koşarken son nefesimi verdiğimi düşlüyorum.
Düşlerimde; kadın ve erkek olarak yaratılmış olmanın keyfini sürdüğümüzü coşkuyla izliyorum, gözlerimi bu aleme kaparken.
Birbirimizi küçümsemek yerine; artılarımızı birleştirerek güzellikleri birlikte yaşadığımızın manevi huzuruyla ayrıldığımı düşlüyorum getirildiğim bu alemden…
Düşlerime sen de katılır mısın arkadaşım?
Şükran GÜNAY