İNSAN OLMANIN MİLLİYETİ YOK Frau Sommer (Bayan Yaz)
İNSAN OLMANIN MİLLİYETİ YOK
Frau Sommer (Bayan Yaz)
Yaş ilerleyince doktora gitmeler gelmeler de artmaya başladı. Erlangen Göz Kliniğindeki göz doktoruna gidecektim. Erkenden kalktım. Hazırlığımı yaptım. Çantamı kontrol ettim, her şey tamamdı.
Trende, eczaneden aldığım aylık mecmuayı okumaya koyuldum. Sayfaları gözden geçirirken, hoş ama yorgun bir hanımın resmine takıldım kaldım. Altındaki yazı “Yaşlandınız, eşiniz genç hanım aramaya başladı, çocuklarınız da takmaz oldular. Mesleğinizde gençlik yıllarınızdaki gibi verimli olmak çabasındasınız, ama gücünüz ve sinir sisteminize yenilmek üzeresiniz.” diye yazıyor ve altında bir ilacın övgüsünü yağdırıyordu. Biz kadınların kaderi nasıl da birbirine benziyor diye düşüncelere daldım. Neler neler düşünmedim ki bir anda. Ha Avrupa ha Asya, kadın her yerde kadın, erkek de erkek dedim, diğer sayfaları okumaya devam ettim. Ettim etmesine de rahmetli babam geldi aklıma ve erkeklerin tümünün günahını almak istemedim. “Allah’ım şahit, senden başkasına uçkur çözmedim, gaymak Haticem! ” deyişini anımsadım babamın. O saf, tertemiz, yüreği dilinde, tatlı sözlü, merhametli babacığım canlanıverdi gözlerimin önünde, uzun uzun gülümsedim. Karşımda oturan genç hanımın aklından kim bilir neler geldi geçti. Öyle ya, kendi kendine gülene deli derler. Aman, ne derse desin dedim, okumaya devam ettim.
Okurken zaman su gibi akıp gidiyor. Erlangen’e gelivermişiz. Acele ile trenden indim. Hangi otobüse bineceğimi araştırdım. Hastane üç durak uzaklıkta imiş. Kısa keseyim: Hastanede kontrollerim yapıldı, geriye dönüş için durağa geri geldim. Durakta benden daha yaşlı görünümünde bir Alman hanım oturuyordu. Selam verdim, selamımı aldı, başladık sohbete:
«Nereye gidiyorsunuz?»
«Nürnberg’e.»
«Biletiniz var mı?»
«Tabii.»
«Kart basmayın, bende aylık kart var. Benim kartımla gidebilirsiniz.»
«Teşekkür ederim. Sağ olun. Kartım var.»
«Olsun, siz onu kullanmayın. Bana biraz katkıda bulunun. Benim kartımla gidin.»
Düşüncelerim çağlayan hızıyla zihnimden fikrime akıştılar. Neler neler düşünmedim ki? Belli dedim, emekli ve buralara gelmek için aylık kart almak zorunda. Yoksa benden niçin yardım istesin? Kontrol gelirse bir zorluk yaşarsam diye düşündüm, anladı ki:
«Çekinmeyin. Benim kartım aylık aile kartı. Korkmayın. Dün de bir sığınmacı kıza yardım ettim, ondan para almadım ama…»
Bu hanım iyi birine benziyor. İnanmalıyım dedim. Hemen çantamdan para çıkardım. İstediği miktarı vermek istedim.
«Yo! Hayır! Nürnberg’e gelince verirsiniz.» dedi. Dinlemedim, ona inandığımı, parayı almasını rica ettim, aldı.
Biraz sonra esmer güzeli, genç bir hanım geldi durağa. Hal ve davranışlarından hissettim. Bu hanım Türk dedim içimden. Bakıştık, ama konuşmadık. A! Çantasından sigara çıkardı, tam yakacaktı ki:
«Yakmayın lütfen! Bana dokunuyor.»
Şaşkın gözlerle, bana baktı, gözlerimdeki samimiyeti ve yüreğimdeki sevgiyi anlamış gibiydi. Yakmadı, çantasına geri koydu.
«Sonra içerim.»
«Hiç içmeyin. Lütfen!»
«Ah bir bırakabilsem! Çok istiyorum.»
«İsteseniz bırakırsınız.»
«İstiyorum!»
«En önemlisi ne biliyor musunuz?»
«Ne?»
«Sigara içenler, affedersiniz! Kendilerini sevmediklerinin farkında değiller.»
«Haklısınız! Haklısınız!»
«Ben de içtim az da olsa. Arkadaşlarla denerken alışıvermişim. Büyüklerimizden sakladık. Kızdılar kızmasına da neden içmememiz gerektiğini anlatamadılar. Hatta annelerimiz de denemeye başladılar zamanla. Onlar da bilmiyorlardı sigaranın tüm zararlarını. Kokusu, parası konuydu daha çok. Kızlar için ise bir başka açıdan önemliydi yasak olması. Nedense erkeklere yakıştırılırdı sigara içmek. Bugün öğle mi? Herkes sigaranın zerre kadar faydasının olmadığını biliyor. Sadece zehir!..»
«Haklısınız! Haklısınız!»
«Çok genç ve güzelsiniz. Bir on sene sonra sizi yiyip bitirecek. Cildiniz bozulacak, saçlarınız azalacak. Dişleriniz her geçen gün daha çok sararıp çürüyecekler. Şimdi farkında değilsiniz değil mi? Diş doktoruna gidiyor musunuz? Aman ihmal etmeyin ve her gidişinizde, dişlerinizde yaptığı tahribatı sorun.»
«Evet evet! Doğru. Haklısınız, ama bir yavrum var. Hasta. Sürekli tedavi görüyor. Onun üzüntüsü beni daha çok sigara bağımlısı yaptı.»
«Öyle sanıyor insan, oysa öyle değil. Artık bağımlısınız, esirsiniz sigara denen zehire! Bedeninizi içten içe kemiriyor. Bir gün…»
«Doğru doğru… Bir bırakabilsem. Eşim de sigara içiyor. Sorunlarımız bizi daha çok bağımlı yapıyor.»
«İçince sıkıntılarınız bitmiş olsaydı, artık sigara içer miydiniz?»
«Kaçamak cevaplar işte. Kendi kendimizi yalanlıyoruz. Öksürmeler başladı.»
«A! İşte o öksürmeler hep sinyal! Bedeniniz haber veriyor. En yakınlarımı kaybettim. Sigarayı bırakmış olsalardı, bugün belki daha yaşıyor olacaklardı. Yaşamak değil önemli olan, sağlıklı ölmek. Bir de bu yanlışın sonunda aylarca acı çekmek hem de yatağa bağımlı ölümü beklemek var. Birini tanıyorum. Son zamanlarda eşi bile kalmadı yanında. Konu komşu destek verdiler. Onlar da ne kadar verdiler, orası pek aydınlık değil. Bir düşmeye görsün insan! Yanında kimseler kalmıyor. Kızı, çocuğunu korumak için babasının ziyaretine bile gelmedi. Son yıllarını hasta, bakıma muhtaç ve gözü kapıda bekleyerek geçirdi. Komşuları plastik tabak içinde getirdikleri yemeği kapıdan verip geri döndüler.»
«Deneyeceğim. Bırakabilsek keşke!»
«İstemek ve kurtulmak gerek. Yalnız kendinize değil tüm doğaya zarar veriyorsunuz. Çocuklarınız birinci derecede pasif etkileniyorlar. Onlara kötü örnek oluyorsunuz. Dilerim en kısa zamanda bırakırsınız. Her şeyden önce kendinizi, sağlığınızı düşünün. İnternetten sigara yazıp arama yapın. Sigara ile ilgili fotoğrafları görünce beni çok ama çok etkilenmişti.»
0 ara otobüs geldi, bindik. Yerlerimizi aldık.
«Size bir şey demek istiyorum.» dedi genç hanım.
«Buyurun.»
«Bu ikinci, geçenlerde yine bu durakta tam sigara yakmak istedim, bir Alman hanım beni durdurdu, uyardı. Bakın yine aynı yerde siz uyardınız.»
«Bunda kesin bir hikmet vardır. Evren sizin sigara içmenizi istemiyor. Bunu görmek, anlamak gerek. Bir başkası için belki anlamı olmayabilir ve tesadüf der böylesi bir olguya. Benim için başka. İnancım o ki bu Yaradan’ın arzusu. İçimizde olduğu kadar dışımızda, dışımızda olduğu kadar içimizde bir güç var ve bırakmanız için araya vesileler koyarak o ses sizi uyarıyor.»
«İnanın ben de böyle düşünüyorum. Deneyeceğim.»
Biz, Erlangen tren istasyonuna gelince indik, o yoluna devam etti. Sarıldık, bakıştık, gözlerimizle anlaşmıştık. Sigaradan kurtulmak istediğini haykıran sessiz bakışlarını unutamıyorum…
Alman Hanım, sessizce bizi dinledi, anlamasa da gözleri gülümsüyordu, belli ki, konuşmamızdan, dilimizden rahatsız değildi. İkimiz baş başa kalır kalmaz sordu:
«Tanıdığınız mı?»
«Yo!»
«Aynı ülkeden mi, o da mı Türk?»
«Evet.»
Trenin kalkış saatini öğrendiğimizde hızlandık. İki dakika sonra tren harekete geçecekti. Trene bindik. Rahat bir yer bulduk, oturduk. Dalgındım, meraklandı, sordu:
«Neyiniz var?»
«Araştırıyorlar. Perşembeye başımın kontrolü yapılacak.»
«Aaa! Üzülmeyim sakın! Benim çektiklerimi bir bilseniz.»
«Sizin rahatsızlığınız nedir? Affedersiniz adınızı sorabilir miyim?»
«Sommer.»
«Ne güzel! Adınız gibi sıcacık yaz gibisiniz. Benim adım Şükran. Almanca teşekkür etmek demek.»
«Gözüme ölen birinin saydam tabakasını koydular. Tam bir sene bekledim. Sağ gözüm görmüyordu. Görmesem de önemli değildi, sol gözüm görüyordu ya! Ama şimdi böyle daha iyi tabii. Tanrı’ya inanıyorum. Tek tanrı var. Hepimiz için tek bir Tanrı var. Allah, Gott. Hepsi aynı.»
«Tabii tabii! Ne güzel düşünüyorsunuz! Şükretmek gerek, ki siz bunu yapmışsınız. Adınız gibisiniz. Yaz mevsiminin renkleri var düşüncelerinizde.»
«Sizin için de her şey iyi olacak. Siz de adınız gibisiniz. Şükretmek, teşekkür etmek insanı rahatlatır. Üç senedir gelip gidiyorum. Bana çok iyi baktılar. Korkmayın.»
«Yok yok! Korkmuyorum, hayırlısı olsun. Biraz meraktayım, o kadar. Ağrılarım yüzünden endişeliyim.Araştırma neticelerini ev doktoruma gönderecekler. Hayırlısı olur inşallah»
Bayan Sommer konuştukça gözümde güzelleşiyordu. Sarışın, kısa saçlı, maviş maviş gözleri olan, orta boylarda ve bencileyin tombiş, şeker tatlısı bir hanımdı. Almanca konuştuğumuzu unuttum bir an. Türkçe “Ne iyisiniz! Yüzünüz gibi yüreğiniz de güzel!” dedim. Anlamadığı için boş ve meraklı gözlerle bana baktı. Onunla farkına varmadan Türkçe konuştuğumu söyleyince gülüştük.
On beş dakikalık yol kısalıvermişti. Sohbet ederken zamanın geçtiğini anlayamadık. Nürnberg’e gelince hızlı trenden indik. İyi günler, her şey çok iyi olsun dileklerimizden sonra ayrıldık. Adı yaz mevsimi, bakışı bahar gülüşlü, gönlü çocuk temizliğinde olan Sommer Hanım, benim gittiğim yönün aksi tarafına doğru yoluna devam etti. Ayrılışımız da karşılaşmamız gibiydi. Candan, yürekten ve insanca. Üstelik, ayrılırken sarıl sarmaş olduk, teşekkür ettik karşılıklı.
Sadece iki kadın ve birer insandık. İnsan gibi insan olan iki kadın. Sen Alman, ben Türk gibi bir ayraç yoktu aramızda. Biz insancıklar, bilmeden geldiğimiz ve istemeden gideceğimiz bu yeryüzünde neyi neden paylaşamıyoruz ki?
Sahi insan olmanın milliyeti var mı?
Şükran GÜNAY’dan
Şükranca