HİÇLİĞİMİ YUDUMLARKEN

Şub 2, 2022 by

 

ʺKendinden aşağıya bakıp da kendi kafasına hayran kalan insan, kendinden yukarıya, geçmiş yüzyıllara gözlerini kaldırsın; o zaman yüzlerce devin ayakları altında kalacak ve burnu kırılacaktır.ʺ der Montaigne, Sabahattin Eyüboğlu’nun tercüme ettiği denemelerinde. Şimdi gel de düşünme, kendini eleştirme, kendi eğrilerini, büğrülerini görme, mümkün mü? Hele de kalabalıklar içinde yalnız ve sürekli arayış içinde isen garip ve fakirce.

Ne zaman burnum hayaya kalksa, ayağım bir taşa çarpar, tökezlerim. Ah Anam! derim demesine de kadıncağız ne yapsın? Sağ olsaydı bir iki okşar, acıyan yerimi öperdi ʺşimdi geçecekʺ diyerek. Bu yaşta, bir ayağım çukurda iken aynı düşmeler oluyorsa bunun suçlusu benim. Mezardan kalkıp gelecek değil ya anacığım? İçimden gelen sesi dinliyorum çoğu kez, o da beni aldatıyor. Örneğin, kendime söz veriyorum; kimsenin kalbini kırmadan, saygılı, sevgili konuşayım diyorum olmuyor. Yunus Emre yokluyor zihnimi hemen;

ʺGelin tanış olalım, işi kolay kılalım,
            Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz!ʺ diye kulağıma fısıldıyor. Evet, evet, doğru demiş büyük ozan. Ne olursa olsun sevmek ve sevilmenin büyüsünü kavramalıyım diyorum. Sevmesini bilen seviliyor. Örneğin sevgiyle suladığım çiçek, güler yüzle yürekten konuştuğum kişi sevgiyle karşılık veriyor. Bulutsuz yağmur, sevmeden sevilmek olası mı? Her olgunun iyi kötü bir karşılığı var. Asıl sorun kendimizi tanımaktan geçiyor gibi geliyor bana. Birini sözle ʺseviyorum seniʺ demek yetmiyor. Seven insan karşısındakinin tenine girebilir, onun beklentilerini, sevinçlerini kederlerini anlayabilir istese, en azından gayret gösterir sevilmek adına sevdiği tarafından. Sevildiğini anlayan doğa bile nice ürünler verir bize. Toprak anaya hoyrat davranılırsa tohum nasıl yeşerebilir? Her şeyin başı sevmek ve sevilmek değil mi?

Dün karşılaştığım arkadaş ve onun konuştuklarını yargıladığım geliyor aklıma. Konuşma tarzı, ağzından küfürlü, olumsuz çıkan sözler, bir başkasını çekiştirmesi ama yüz yüze gelince hiçbir şey dememesi beni çıldırtıyor, ona sinirleniyorum. ʺLütfen arkadan konuşma, görmeden bilmeden atıp tutma. Senin benim bilmediğim başka dertleri, sorunları vardır belki. Hem böyle hoş olmayan sözleri ağzına dolamasan senin için de daha iyi olmaz mı? Bu tür konuşmaların hiç hoşuma gitmiyor. ʺdiyerek paylıyorum edepsizce. Biraz zaman geçince ama, beynimi avuçlarımın içine alıyor başlıyorum kendime kızmaya: ʺSana ne? Duymayıver, duysan da ciddiye alma. O da dolmuş işte! Böyle konuşunca rahatlıyor galiba. Kim bilir nasıl bir ortamda yetişti? Arkasından konuştuğu insan neler yaptı da bu kadar sinirlendi diye düşünsene! ʺdiyorum kendime.

Kendimi dev aynasında gördüğüm anlara kızıyorum çoğu zaman. Bilgiçlik taslayıp çok konuştuğum anlar sonrası yüreğim daralıyor. Hiç beklemediğim bir anda, bir çocuğun bakışında, kelebeğin uçuşunda, gün doğumundan gün batımına kadar geçen zamanda kaç kere hiçbir şey bilmediğimin, öğrendiğim her şeyin durmadan değişikliğe uğradığı ya da artık yeni bilgilere ihtiyacım olduğunun farkına varınca aynaya bakamaz oluyorum. Biz insanlar maskelere bürünmüş, yaşadığımız ülkenin, biriktirdiğimiz kültürlerin, aldığımız eğitimin renginde maskeler taşıyoruz. Atıversek maskelerimizi her birimiz insan gibi insan olacak, birbirimize benzeyecek, daha iyi anlayacak, Yunus Emre’nin; ʺYaratılanı Yaradan’dan ötürü severim.ʺ dediği gibi sıkıca sarılacağız birbirimize ve doğayla iç içe yaşayacağız. Olabilir mi? Neden olmasın? Doğadaki çeşitlilik biz insanların doğasına da yansımamış mı?

Artık serde gençlik yok ya, hiçliğimin daha sık farkına, bilincine varıyor ve derin derin düşünüyorum. Galiba gözlerimi bu aleme kapatırken yeniden yeni bilgilere doğru yol alacak ruhum. Bilmiyorum, bilemiyorum. Bildiğim tek şey; hiçbir şeyi tam bilmediğimin farkına varıyor yeniden sözler veriyorum kendime. Bu konuda içimden gelen sese güvenim sonsuz. Biliyorum ki son nefese kadar hiçliğimi yudumlayarak ömrümü dolduracağım.

 

Şükran GÜNAY’dan

Şükranca

Related Posts

Tags

Share This

Leave a Reply