Gâvur Hasan ( ” GELİYORLAR” isimli kitabımdan)
Okuduğum kitabın yazarı ile öylesine derinleşmiş ki sohbetimiz, sabahın aydınlık elleri dokundu omuzuma. Oh! teşekkürler sana Yaradan’ım! dedim, kahvemi yaptım, arka balkona gittim.
Kuşadası’na güneş, bir başka doğar Pilav Dağı’ndan; meydan okurcasına. Tepelerinden eteklerine salar günün ışıklarını. Sanırsın gelin telleridir boylu boyunca yamaçları sarıp sarmalayan. Bir tutamını alıp takıveresin gelir saçlarına. Çocukluğumda büyüklerin, “habersizce gelinin duvağından bir tel ‘gelin teli’ koparın, takın saçınıza ve öylece uyuyun. Kısmetiniz açılır, iyi biri ile evlenir, mutlu olursunuz” dedikleri geldi aklıma. Bizler de dolanır dururduk gelinin etrafında. Genç kızlara, gelin kendiliğinden verirdi tellerinden. Bana ne veren oldu, ne de ben gizlice koparabildim. Çalmak gibi gelirdi, yapamazdım. Utanırdım…
Uzunca seyre daldım karşı yamaçları. İçime çektim aydınlığı. Ağustos sıcağı yakar gibi olunca ön balkona gittim. Tam okumaya devam edecektim ki, sahilde gördüğüm amca geldi aklıma. Anlattıklarına daldım gittim: Sabah yürüyüşlerinde tanıdım onu. Deniz kenarında bir kanepede, boynu bükük, sessiz sessiz oturması yüreğimde bir şeyler uyandırırdı.
Birkaç gün önceydi; yanına yaklaştım, selam verdim, kenara doğru kaydı, oturmam için yer açtı sahil kanepesinde. Sevindim. Beyaz teni, lacivert gözleri, tertemiz eli ayağı ile içimi kaynattı. Sarılıp öpesim geldi. Tedirgin bir hali vardı. Halini sordum, o da bana sordu; karşılıklı “şükürler olsun” dedik. Konuşmak istiyordu, belliydi bakışlarından. Yalnızdı benim gibi o da. Oradan buradan konuşmaya başladık. Durmadan anacığını anlatıyordu. Rahmetler diliyordu. Anlıyordum, demek istedikleri vardı…
Ertesi sabah ayaklarım o yöne doğru hızlandı yine, görmek istiyordum. Beni görünce hemen ayağa kalktı, selam verdi coşku ile. Ellerini öptüm. Arka arkaya dualar yaptı, dileklerde bulundu yürekten. O ara bir turist geçti önümüzden. Bir ohladı ki, içindeki çekilmezleri etimde kemiğimde hissettim. Anlat be amca! dedim. Açılırsın! Elleri titriyor, gözleri doluyor, birileri duyacak hissiyle sesini kısmaya çalışıyordu. Derin denizler mavisi gözleri, denizde fırtınaya tutulmuş gibiydi. Kimseler yok, bizi duymazlar dedim. Biraz rahatlar gibi oldu, başladı usulca anlatmaya:
Anam çok çekti çoook! İstiklâl Harbi çetin oldu. Yalnız anam mı? Çoluk çocuk, ana kız, baba oğul yandı cayır cayır; kimileri yolda, kimileri uykuda, kimileri bayırda, tarlada, bağda, bahçede… Kızlarımızı da… Senin anlayacağın her taraf gavur tohumu ile dolduuu taştı.
-En acısı ne biliyor musun? Kızlarımızı zorla kullandılar. Çoğunu delik deşik bıraktılar. Hele şu Kanlı Bahçe yok mu? Diri diri gömmüşler büyük küçük, kadın erkek demeden. Günlerce inlemelerini işitmişler hep. Duyanlar var. Ben korktum, oralara gidemedim savaş bitmesine rağmen.
-Sen kaç yaşlarındaydın?
-Sen de on üç, ben deyem on beş, yeni yetmelik işte… Anamla beni kaçırdılar. Yunan çavus anamı çok beğenmiş, öldürtmekten vazgeçmiş. Beni de anam için öldürtmemiş.
-Nasıl?
-Anam, sizin her dediğinizi yaparım, tek oğlancığıma dokunmayın demiş. Anamla beni ayrı yerlerde tuttular. Ara sıra görmeye geliyordu, yanında da bir iki gavur. Ben deyem üç ay, sen de altı ay…Geçmek bitmedi o günler. Uzun uzun görüşmek nerdeee? Anacığım her seferinde hüngür hüngür ağlar, sıkıca bağrına basardı beni. Yunan gavurunun esiri idik, ne isterlerse yapıyorduk. Benim, ölmek hiç aklıma gelmiyordu, gelmiyordu ammaaa, anama bir şey olur diye de ödüm kopacak gibi oluyordu.
-Sana da bir şey yaptılar mı?
-Yok yok! Tekme tokat iş yaptırdılar gün boyu… Anamı sorduğumda; güldüler kıs kıs pezevenkler. Canımı yakıyordu gülmeleri. O güzel anam neden hep ağlıyordu? Anlamıştım, dövüyorlardı anacığımı. Her tarafı yara bere içindeydi. Mor mor görünüyordu açık yerleri bile… Sonradan olup bitenleri daha iyi anladım… Taaa büyük delikanlı olduğumda. Anlıyorsun değil mi beni?
-Nasıl anlaştın onlarla?
-Türkçe bilenler vardı aralarında.
-Nasıl oldu da öldürmediler seni?
-O gavur komutan var ya, anama her istediğini yaptırmış. Anamın da beni görmesine izin veriyormuş. Benim sağ olup olmadığımı bilmek için geliyormuş anacığım yanıma.
-Ellerinden nasıl kurtuldunuz?
-İşte burasını hiç unutmam! Bir gün, gece yarısı, “Allah! Allah!” sesleriyle uyandık. Paşanın askerleri baskın yapmış. Kaçacak kovuk aradı gavurlar. Askerlerimiz kaçanı kovalıyordu. Karşı gelenleri öldürdüler. İçim yandı, kavruldu sanki… Bize yaptıklarını düşündükçe de hak verdim askerimize.
-Sizi nasıl başı boş bıraktılar? Yani nasıl kurtuldunuz?
– Dedim ya! Askerlerimizi görüverince soluğu kaçmada buldular… Anam da tam o sırada benim yanıma gelmişti. Görüverince askerlerimizi tuttu elimden, koşturmaya başladı. Ben de onunla birlikte.
-Soluk soluğa vardık askerlerimizin yanına. Bizi görür görmez yanımıza bir iki asker verdiler. Birlikte diğerlerinin olduğu yere gittik. Uzun zaman orada kaldık. Düşman denize dökülünceye kadar onlarla birlikte yaşadık. Sonunda hepimizi yerlerimize geri getirdiler. Anamla ben de kasabamıza, evimize geldik.
-Nerelisin amca?
-Eh, orasını sorma gariii… duyanlar olur…
-Siz bilirsiniz, haklısınız. Peki sonra ne oldu amcam?
-Babam anamı boşadı! O zamanlar kolaydı boşamak. Sen boşsun benden dedi ve attı evden…
-!!!
-Sonra?
-Ben okula başladım gene. Eski Türkçe ile yazmayı okumayı öğrenmiştim. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal Paşa Okuma Yazma Seferberliği başlattı. O zaman yeni Türkçe ile yazmayı da öğrendim.
-Peki anneniz?
-Anama ben baktım. Babam harçlık verdiğinde hemen koşup o para ile ekmek peynir alırdım. Onları bölüp bölüp, aralarına da peynir koyup satardım sokak sokak. Parayı anama verirdim. Bir zaman böyle geçti…
-Sonra?
-Anam güzel kadındı. Adı çıkmıştı ama… Yunanlılar kaçırdı diye… Rahmetli anamın iki gözü iki çeşme olurdu çoğu zaman. Geceleri korkudan uyuyamazdık. Çitten yapılmış tek göz evimiz vardı. Bahçesi de pek büyük değildi. Bahçe duvarları da ottan çöpten… Tahtadan bir sokak kapısı vardı. Fakirlik işte…
-Daha sonra?
-Üvey babam talip oldu anama. O da balkanlardan gelmiş bizim oralara. Görmüş geçirmiş biriydi ki, anamla evlenmek istedi. Allah’ın emri ile evlendiler. Kardeşlerim oldu. İyi geçindiler, ama üvey babamın adını değiştirdi etraftan duyanlar. Yüzüne demediler haa! Etrafta, onun bunun yanında, arkasından hep GÂVUR HASAN diye konuştular.
-Neden?
-Gâvurlar kaçırmıştı ya bizi?!. Ondan. Gâvurun kaçırdığı anamla evlendiği için…
-Offf! Ne zor!
-Tabii! Anacığım hep ağladı durdu… Gâvur Hasan ama sevdi anamı. Üç tane kardeşim oldu…
-Onlar da biliyorlar mı bunları?
-Hayırrrr! Olur mu? Demedik kimselere…Ben ve anam gizli gizli durmadan ağlıyorduk. Anacığım, ağladığını benden bile gizlemeye çalışırdı, ama ben bilirdim Bir tek benim hanıma anlattım. Anam ölünceye kadar bana;” kardeşlerine, kimseye deme haaa!” derdi. Haklıydı tabii…Bilinsin istemiyordu.
-Başkaları da demediler mi? Etraftan boşbağazlı olanlar olmadı mı?
-Orasını bilmem gariii… Yerin kulağı var derler…
-Anneniz kaç yaşındaydı?
-Yüz yaşını geçti dediler de ben pek bilmem. Önce Hasan babam Allah’ın rahmetine kavuştu. Anam çok zaman sonra öldü. Anamın ölüsünü divanın altında bulmuşlar. O gece çok bağırmış: “Geliyooolaaa! Geliyooolaaa!” diye.
-Neden?
Geceleri korkardık ikimiz de, Yunan işgalinden beriii… Gelişlerini, yakışlarını unutmak mümkün mü? Ben halâ öyleyim. Şu turistleri gördükçe aklım başımdan uçacak, beynim tepemden fırlayacak gibi olur. Hele de geceleri!.. Sen anlamazsın bunları güzel kızım. Ah şu başımızdakiler bir anlasalar da gençlerimizi bölük pörçük dağıtmasalar ne olur ki?!. Sandalye uğruna yapmadıkları pislik kalmıyor. O koca Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün kadrini kıymetini de bilmez oldular. Bu ülke için, göklerimizin al fistanlı, ay yıldızlı bayrağımız için az kan mı döküldü? Az canlar mı yandı? Anam gibi, benim gibi nice canlar ömür boyu acı çektiler. Unutmak mümkün mü? Aha, şuracığımda yazılı hepsi!
Her sabah, ayaklarım o tarafa doğru sürüklüyordu beni… Daha neler neler anlatmıştı o güzel insan… Hâlâ düşünürüm. Ne kadar zordur biz kadınların durumu değil mi? “Erkeğin elinin kiri, kadının yüzünün karası…” demişler. Kimler?
Acaba Gâvur Hasanlar olmasa, hanımların halleri nice olurdu?
Şükran GÜNAY