En Değerli Miras
En Değerli Miras( GELİYORLAR” kitabımdan)
Ege’nin şirin, verimli bir kasabasıdır Germencik. Aydın iline bağlıdır. Bir zamanlar; doğanın koynunda yaşatırdı fakirini. Kimseye el avuç açtırmazdı insanını. Şimdi mi? Onu da bilenlere sormalı…
Yarım asır öncesinde, bu kasabanın kenar mahallelerinden birinde bir ev vardı. Bahçesi cennetin habercisi gibiydi. Rengarenk çiçeklerine seferdeydi arılar, kokularına kanat çırpardı kelebekler. Tulumbanın başında göğe yükselen bir çift selvinin dallarına konan kuşlar cıvıldaşır, ağustos böcekleri durmadan şarkılarını, türkülerini okurlardı cır cır. Sonbaharın ilk demlerinde, ayvalar sarı sarı sallanır, narlar al yanaklı köy gelini gibi süzülürdü. Çekirdeksiz üzümler parmak üzümleriyle yarışırdı salkım salkım. Biber, patlıcan, domates son ürünlerini verirlerdi güz başlarında. Güz çiçekleri olanca hızlarıyla morlu, kırmızılı, pembeli, eflatunlu, sarılı, renk renk açarlar, mevsimin tadını çıkarmaya çalışırlardı sanki…
O evde doğmuşum. ‘Sen güzün doğdun’ derdi annem. Okuması yazması yoktu canım annemin. Doğduğumda babam çok sevinmiş. Ağabeyim tüm kasabaya lokum dağıtmış. “Ayaklarıma kara su indi, sokak sokak dolaşmaktan.” derdi rahmetli ağabeyim. Bana kızgın mısın dediğimde, “hayır, şaka yapıyorum kardeşim, ben de çok sevinmiştim” derdi.
Hani kız çocuğu doğunca pek de sevinilmezmiş ya bazı yörelerde? O yüzden de bir toplulukta sessizlik olduğunda ‘kız doğdu’ diyerek gülüşülür ya? Benim doğumumda tam tersi olmuş.
Babama, anneme bayram olmuş gelişim. Egeli olmamız bir şanstır diye düşünürüm bu yüzden…
Çocukluğumda; yanağıma konan öpücüklerle uyandırıldım. Doğanın mis kokularını taşırdı bu sıcacık ve yürekten gelen öpücükler. Yine Güneş’in doğum sancılarını yaşadığı, sabahın pırlanta saçlarının yayıldığı bir gündü. Babam hafifçe iki yanağımı öptü, uzun saçlarımı da sıvazlayarak sevdi. Uyandım, gözlerimi açtım, gülümseyerek baktım. Sarıldık baba kız.
“Yavrum hayırlı sabahlar! Akıllı kızım, sabah Güneş’i çişliye, akşam Güneş’i güzele gelirmiş… Tan yeri çoktan ağardı, kurtlar kuşlar secdeden kalktı‚ haydi! benim uğurlu bebeğim, sabahın kokularını çekelim, güne hoş geldin! diyelim.” dedi
Sol kolunun altına aldı, sarmaş dolaş odadan çıktık.
Babam:
“Şu ananız yok mu? On parmağında on ayrı hüner! Onun tarhana çorbasını kimse yapamaz. Şu bazlamalara bakın! Kayın validem sağ olsa beni çok sevecekmiş. Yeme de yanında yat! Ellerine sağlık gülüm!..” diyerek sofraya oturdu, bağdaş kurdu, sofra bezi ile ayaklarını örttü.
Babasının tombişi, anasının doğuştan sürmeli kızı ben, tulumbaya koştum. Sağ elimle su çektim, sol elimle ise yüzümü yıkadım. Sonra elimi yüzümü kuruladım, fistanımın eteklerini topladım, bağdaş kurup, şeker babamın yanına oturdum. Oh! sıcacık bazlamalar! Tarhana çorbasının kokusu daldı nefeslerimize. Bahçeden toplanmış maydanoz, taze biber, tere otu, nane her zamanki gibi sofranın baş köşesinde ve göz kırpıyordu çapkınca. Dayanmak kimin haddine! Besmele ile başlandı kahvaltıya ve şükürler edildi sonunda. Olmayanlara da versin duaları gönderildi göklere. Toplandı yer sofrası, eller ağızlar yıkandı.
Sıra yapılacaklara gelmişti. Babam ekmek parası toplayacaktı. Fıstıklı tak tak helvası ile kat kat doldurulmuş tepsi onu bekliyordu. Bembeyaz satış önlüğünü taktı, başının üstüne yuvarlak (annemin diktiği) bez simidi koydu. Tepsiyi başına, sehpasını kolunun altına yerleştirdi: “Allah’a ısmarladık yavrularım! Ananızı üzmeyin ha!” diyerek avlu kapısına doğru yürüdü. Ağabeyim sokak kapısını sonuna kadar açmış, babamın çıkmasını bekliyordu.Tam kapının yanına gelmişti ki, dayanamadı, kolundaki sehpayı açtı, tepsiyi üzerine koydu. Beni, ağabeyimi tekrar öptü. Koşarak annemin yanına gitti, sarıldı, alnına bir öpücük kondurdu. “Hayırlı işler! Kendine dikkat et, sıcakta kalma, öğle sıcağında dolaşma sakın!” diyordu kaymak Hatice’si. Biz de onları izliyorduk sessizce… Merak etme Hatice’m!’ diyerek ayrıldı. Simidini başına koyarak yüklendi tepsiyi yine ve hoş bir şarkı tutturarak ayrıldı:
“Tak tak, tiki tiki tak!
Bedava olmaz tak tak!
Tak tak helvası geldi!
Ye de tadına bak!”
Onun şarkısını beklerdi çocuklar. Paralarını akşamdan hazırlarlardı. Sokağın sonunda kayboluncaya kadar baktım. Akşama eve dönecek, o zamanlar büyük bir lüks olan fındıklı, Nestle çikolatasını getirecekti. Ben de bütün gün yaptıklarımı anlatacaktım kendi güzel, huyu güzel, adı güzel babama. Akşam sularında eve döndü çalışkan, dürüst babam. Anneme teslim etti kazancını:” Şunlar da benim kahve, çay param yavrum!” dedi .
Şu an yazdıklarımı okumakta olan dost, anlatmaya çalıştıklarım sadece kısacık bir anı babamdan. Onun gibi bir başka baba tanımadım. O bir gönül adamıydı. Sevgisini yüreğinden diline oradan da sevdiklerine utanmadan döken. O, köy köy dolaşırdı, düğünleri kaçırmazdı. Kazanmalıydı, alın teri önemliydi; damlaya damlaya göl olurdu. Çocuklarının gözü zenginlerde kalmamalıydı. Kuruşları toplayarak geçerdi koskoca gün!
Yorgun, bitkin olmalıydı eve döndüğünde kesin.. Oysa sevgi taşıyordu gözünden gönlünden.