ANA KUCAĞU BABA OCAĞI

Eyl 22, 2020 by

ANA KUCAĞU BABA OCAĞI

Tramvayda eski bir tanıdığa rastladım. İki hanım, sohbet ederken, geçmişin güzelliklerinden şimdinin dertlerine geliverdik. Esmer güzeli, ince yapılı, dost bakışlı Demet Hanım:

«Sizinle senelerdir görüşemedik Şükran Hanım. Şehrin dışına taşınmıştık. Bu yüzden de eş dost ve tanıdıklardan uzak kalmıştık. Bahçeli bir ev kiraladık. Çocuklar rahat etsinler, bahçesinde oynasınlar, çocukluklarını yaşasınlar istemiştik. Masraflı oldu. Para biriktiremedik. Tatillerde Türkiye’de sahil şehirlerinde tatil yaptık. Onları okutmak ve rahat yaşatmak için uğraştık durduk. Bir de ana baba, kardeş, eş dost, akraba derken, kazandıklarımızı da paylaştık bunca zaman. Arada bir telefon edip, halimizi, hatırımızı sorsalar, hiç yüreğim yanmayacak.»

«Ne mutlu size ve çocuklarınıza! Yatırımın en güzelini ve doğrusunu yapmışsınız. Anne ve baba düzenli, birbirlerine bağlı olunca; yavrular da sağlıklı, başarılı, mutlu oluyorlar Demet Hanım.»

Derinden ahladı, gözleri doldu, dudakları titreyerek:

            «Ah, ah! Biz de öyle sanmıştık. Babam, “Ayakkabımı satar, çocuklarımı okuturum.” derdi. Şimdi anlıyorum, babacığımın o zamanlar ne denli üzülmüş olduğunu. Biz okumadık ama, onları terk etmedik. Anamıza, babamıza saygıda, sevgide kusur etmemeye çalıştık. Ele güne rezil etmedik. Gurbet ellerde, onlara maddi manevi destek verebilmek için, kendi zevklerimizden kıstık. Öyle değil mi? ya bizimkiler?» 

Gözpınarlarından taşmaya hazır gözyaşları top top olmuş, yanaklarına doğru akmaya hazırlanıyorlardı. İçim sızladı, döşüm sıkıştı, başımı salladım doğrularcasına. “Haklısın canım.” derken yüreğimin daraldığını hissettim. O, “Büyük kızımın başarılı olduğunu, okuyabileceğini söylerdiniz. Öyle de oldu, kızımı okuttuğunuz yıllar gözümün önüne geldi.” dediğinde, gözlerinde eski günlerin sevincini okudum. Top top olan gözyaşları, geçmişin sevinci ve şimdinin acılarıyla akıverdiler yorgun yanaklardan çenesinin altına doğru. O güzel yüzünü geçmişin mutluluğu süslemişti bir anda göz yaşlarına rağmen. Benim de gözlerimin içi parladı, sevinçten yüzüme renk geldiğini hissettim. “Türk çocuklarının okuduğunu duymak ne büyük haz veriyor, bir bilseniz!“dedim. İçimi tanımsız bir huzur sarmıştı.

Bu güzel ana:

«Of! Şükran Hanım of!.. Okumasına okudular ama, evi de terk ettiler sırayla. Önce büyük kızımız, sonra da iki numara…

Sustuk, daldık, bir zaman konuşamadık. Bu acıyı seneler önce tatmış bir anne olarak, ne diyeceğimi şaşırmıştım. Burnumun direği sızladı, kirpiklerim gözyaşlarımı saklamaya çalıştı, ama olmadı; gözpınarlarımdan yanaklarıma aktılar ardı sıra. “Anlıyorum, üzülmeyin diyemeyeceğim. Elde mi üzülmemek?” diyebildim sadece. Sonra gözyaşlarımı sildim. Düşündüklerimi anlatmalıydım:

«Bak canım, bizim kendimizi eleştirerek, doğruları bulmamız gerek desem ne dersin?

«Doğru, nedenlerini bulmalıyız. Aslında biliyoruz.»

Birbirimizin içini okumuş gibiydik. İki ana yüreği buluşmuştu. Söze devam ettim:

«Kardeşim, evlerini terk edenler, sayısal verilere göre, çoğunluğu kız çocukları oluyorlar. Bunun üzerinde düşündün mü?»

«Düşünmez olur muyum? Oğlanlar kızlara göre daha serbest yaşıyorlar. Kızlara baskı yapılıyor. Gezmeleri kısıtlanıyor. Onlar ev işlerinde çalıştırılıyor. Oğlanlara “Sen erkeksin, erkekler iş yapmaz!” diyorlar. Tabi yalnız bu değil, başka sorunlar da var. Oğlanın kız arkadaşı olunca, anne-baba böbürlenerek anlatıyor. Kızlar için durum böyle mi? Hiç unutmam, evi terk eden kızımın bir sevdiği varmış. Babasına söylerim diye benden gizlemişler. Babası takip etmiş, masasının anahtarlarını kırarak mektuplarını ele geçirmiş. Güya babalık (!) yapmışmış. Sonrasını siz düşünün… Dayak ve baskıcı tutumlar kızlarımızı daha da uzaklaştırdı evden. Sık sık yalana başvurdular, yalan üstüne yalan… Eşlerimizi bir de bizler destekledik aptalca. Evin direği (!) ne derse o olur. Sonuç; gün geçtikçe bize yabancılaştılar. Hani mektuplaşmadan başka bir suçu da yoktu yavrumun! Ki bu da suç ise.»

Başımı salladım. Bir konuşsam arkası gelecekti. Utandım. Sustum. Pek farklı olaylar yaşamamışız meğer dedim ama yine de. Benim yaşadıklarımı izaha çalıştım:

«Benim en büyük hatam, babalarını desteklemek, onun doğrultusunda hareket etmek olduğuydu. Ergenlik çağlarında kızlarım bu tutumumu anlayamadılar. Onları desteklememi beklediler. Babaları ise, farkına bile varmadığım olaylardan beni sorumlu tuttu sonunda. Günlerim öylesine doluydu ki, işlerimi bitirip de yatağa girdiğimde yattığım yeri bilemez olur, çoğu kez yorgunluktan uyuyamazdım. Ev işleri, okul hazırlığı, çocukların bakım ve eğitim sorunları, eşe kusursuz hizmet etme çabası, misafirleri ağırlama, Türk aile ve çocuklarının eğitim sorunlarına destek… Say sayabildiğin kadar…  Sonuçta anne olarak ben hüküm giydim. Çocuklarımdan değil, toplumdan ve ayrıldığım kişiden, yani babalarından. Büyük kızım, üzülmelerime dayanamıyor. “Türkiye’de okuyan gençlerin çoğu, ailelerinden uzak yerlerde okumayı seçiyorlar. Böylelikle istedikleri gibi yaşayabiliyorlar. Tabi ki böyle olmayanlar da var. Bu sorun sadece Almanya’da yaşayan gençlerde görülmüyor. Anneciğim, Türkiye’deki kızlar, bu sorunu çözmüş durumdalar Sen halâ boşuna üzülüyorsun. Önemli olan iyi ahlak değil mi? Erkeklerin onca arkadaşları oluyor ve bu normal karşılanıyor. Kızların da biyolojik yapılarının, yaradılışlarının zorunlulukları neden görülmüyor” diyor.»

Demet Hanım sözümü keserek:

«Erkeğin elinin kiri, kadının yüz karası demişler ya?!. Bizleri de bağlamışlar sıkıca bu yargılar. Ruhumuza işlemişler doğruluğu, dürüstlüğü, hem de tek taraflı. Değil mi? Bu emirler ve yasaklar hem kadın hem de erkek için geçerli olmalı aslında. Doğruların herkesten önce analara öğretilmesi gerekiyor. Erkekleri eğitenler, biz analar değil miyiz?.. Temiz ve ahlâklı topluma ulaşmanın yolu, galiba biz annelerin eğitimi ile mümkün olacak.»

«Haklısınız. Çocukları ile arkadaş, dost olmasını bilen babalar var. İşte o çocuklar ve anneler şanslı! Kız evlatların, annelerden daha çok babalarına, onların yakınlığına gereksinimleri oluyor. Hatta evleninceye kadar süren bir yakınlık ihtiyacı bu. Baba sevgisini, ana sevgisini yaşayanlar ana kucağını, baba ocağını kolay kolay terk etmiyorlar. Evlendikleri zaman ve de ömür boyu süren evlatlık bağı kurulmuş oluyor.»

«Ben ve eşim başaramadık Şükran Hanım, toplum baskısı ağır bastı, içinde yaşadığımız toplumun da kurbanı olduk bir bakıma. Korumak istedik yavrularımızı güya(!). İçimde dinmeyen bir sızı var. kızlarımı beyaz gelinlikler içinde görmek en büyük emelimdi. Olmadı. Senelerdir düğünlere gidemez oldum. »

Bakıştık iki ana, yüreklerimiz konuştu. Gönüllerimiz sözleşti, acılarımızı paylaşırcasına salladık başlarımızı, tuttuk ellerimizi, destek aldık karşılıklı…

Susamadım ama, devam ettim içimi dökmeye:

«Evet! Dertlerimiz pek çok. Çocuklarımızın düğünlerini görmemiş olmaksa; kapanmayacak, acısı hiç dinmeyecek, derin bir yara… Şükretmeli, yavrularımızı terk etmemeli, sabırla beklemeli, onları anlamalıyız tüm olanlara rağmen. Onlar, gün gelecek, bizleri anlayacaklar. Sırf onların geleceğini düşünerek yaptığımız hatalarımızı irdeleyecekler. Kendi kayıplarının da farkına varacaklar. Herkes ektiğini biçecek sonuçta…

Can kardeşim, biz ana kucağı olmak istedik; karnımızda büyüttük, doğurduk, besledik, baktık. Babalar da ocak olmak istediler kesin. Bilemedik, suç kimin?»

 Güle güle! deyip tramvaydan inerken; çaresiz benliğim, beynimin sayısız anılarında geziniyordu. İnsanca yaşamak her insanın hakkı değil mi?

Nedir doğru olan?

Şükran GÜNAY’dan

Şükranca

Related Posts

Tags

Share This

Leave a Reply